Çocuklar için

Bir yarı gece
börtü-böcek uyurken
alan alan bildiriler dağıtmış
ve yorulmuş bedenimi uzatmadan
al-nakış bir kilime
beni almaya geldiler
ya da ben gittim üzerlerine

duvardan söktüler
kurşunlanmış arkadaş resimlerini
duman rengiydi gökyüzü
bir yel yaladı saçlarımı
hatırlıyorum
bir kamçı kesti yüzümü sonra
sonra tükürdüm
ufak bir et parçası kanla karışık
alevle kuşatılmış bir akrep gibi
onurluydu yüreğim
intiharın sınırına itiyorlarıdı beni
oysa koltukaltında kitapların
bir kırmızı karanfil kokusunda
bir kumru kadar aşk dolu
omuzbaşımda duydukça seni
dönüp yüreğime burgulanıyordu yaşamak

Bir mektup aldım dün
anamın gözyaşını tanıdım
katı ve öfkeliydi
emeği ve sevdayı aşşağılayan çakallar sürüsüne
nazarla büyüttüğü oğlunu göndermekten
onurluydu üstelik
üşütme diyordu
taklacı kuş gibidir zemheri
ne zaman döneceği kestirilemez
üzülme diyordu
biz iyiyiz
iyidir kardeşlerin
düşünme diyordu
yüreğin daralmasın
yüzüne yansımasın elemin
kül düşmanın başına
gül sevdiğinin

Sen şimdi hüznü arıtıyorsun
kınalı gülüm
görüşmede yüzün gülüyor
ayrılınca kuşkusuz ağlıyorsun
sevdanın kudurgan baharında
sen benden uzakta
ben duvarlar ardında
bükülmüş gençliğimden
dağlanmış bedenimden
damıtacağım hayat
kirsiz başlasın diye çocuklar için
fırtınalı bir sancıyla kıvranıyorum
ve kararmasın diye çocukların bakışındaki
coşkun aydınlık
dayanıyorum

Diyarbakır 1972

Bildiriler

1
Zulum yaşmağımda iri bir düğüm
umut al bir nakıştır
ihanetin ve kıyametin
bilmezliğin ve bilmenin çılgın sevdası
her seher filizleri sünğülenen bir gelin
her seher gözlerinin birinde sevda
birinde ölüm
oğullar yetiririm

II
Bu Dersim yaylası bir deli yayla
bu Harran düzü bir vurgun gazal
başağının sarısında Asur güneşi
dilsizliğinde Keldani sabır
tutmuş bir yanını yaşamın
şafağa doğru
karakatran sevdasını damıtır

III
Köebaşlarında devedikenleri yeşerir
zulmun ve tanrıların sarsıntısıyla
büyür kamçılar
yüreğimizin en güzel köşesine günah oturur
sağına korku soluna sabır
korkunun ve günahın çemberinde
elimiz
alınterimiz
birer öksüz çocuktur

IV
Duman tutmuş yaylaların başını
karanlığa uyumsuz bütün çiçekler kırık
tanrılar ölü küller serpmekte gözlerimize
göğün mavisine karşı
kitaplarda karanfil cesetleri
yarpuzun yaprağı baldıran acı
ekmeğimiz zincir
boynumuz zincir
ve ölüm
ölüm naçar düşmüş karanfil bedenidir

V
bu alınteri yaşamın alfabesidir dilo
ölümse vişne çürüğü mintandır çeyizlik sandıklarda
büyürsen
oyuncaksız
uçurtmasız büyüyeceksin
çocukluğu yaşamanın zamanı değil
can pazarında

Hınç zulme karşı bilenirse kutsaldır Dilo
sana uçurtmalar alamam
kurşunlar alırım
birine bir soluk
birine yıkım
birinin elinde özgürlük için
birinde zulum

VI
ne çok hesap var onlardan sorulacak
ödeyecekleri ne çok hesap var Dilo
alınterimizden
zincirler
kamçılar yapıp
gözlerimizi
ellerimizi kırdıktan sonra
ödeyecekleri ne çok hesap var dilo
Diyarbakır 1972

Sevdim seni

Sevdim seni
bahar kıvrak bir kısraktı
uzattım ellerimi eline
yüreğime inadının dikeni battı

seni senden alıp götürdüm
zindan karasına yürek eyledim
zincirin pasına çiçek eyledim
ben seni yüklendim seneler boyu
sen bir sevdayı yüklenemedin

sevdim seni
gül dalında kan kesiyordu
ben seni mayıslarla bir tuttum
senin soluğun zemheri esiyordu

Pexil

Jı bo te
çek u çiyanre dexilim
can dıdım
dil dıdım
te nadım pır pexilim

Xezal

Hurik hurik dı meşe
por dı weşe
sıng dı heze xwin dıbe
Wey gula çiyaye Sıpan
beje nave te çiye

Kıl mekşine ber çawan
kezi ber mede sıngan
wey xezala ber malan
beje derman lı kuye

kaçış

Aldırmaz bir bağbancıya düşmüşüm
beni gözleri vurdu
kaynağından süzen kan
imbikten süzülen aşk
sürse yalnızlık
sürmese mahşer olurdu

Gözleri vurdu beni
kanlımdır
arıyorum
dağdan kopan çığ
yardan akan su gibi
beynimde bir ceylanın ayak izleri
dolanıyorum

Gözleri kömür,saçları safran
soylu bir duruşu
duru bir gülüşü kaçırdı benden
hey bulanık sulardaki can
dolandığım dağa gel
soluğum tükenmeden

Güzelleme

Yağmur dindi
Nuh ilk tufanı çizdi granit bir kayaya
bir kovukta seviştiler
adları yoktu
Diclede yıkandılar
Babilin asma bahçelerinden üzüm
Asur un kutsal fahişesinden bir gün çaldılar

Nuh ilk tufanı çizdi
Cudi de granit bir kayaya
Karacadağdan bazalt
Erganiden madeni getirip
Tel Halaf ta toprağı pişirdiler
Belki Hurriliydiler
belki Karduklu
bezirgan mevsimlerde
deri götürüp kalay getirdiler
Şengalden Mari ye değin
ateşi kutsal bilip
önünde eğildiler

Harran dan Cüllap a
Balih ten Zap a
bir dağlı güzelliğindedir akşamlar
çoban bir yüzyılda
çocuk doğurur
koyun sağar
yün eğirir kadınlar

Kenan ilinden İbrahim gelir
sürüleriyle
yeşil otlaklara ak düzlüklere
armağan gönderir
haraç verir
dağların hakkı diye

Bereketli bir hilaldi toprağım
tanrı Sin in tanıklığından gelen
Roma nın beyleri
bedevileri Arabistanın
akıp geldiler
konup göçtüler
toprağın bereketini
ve ateşin hükmünü
bende gördüler

Ben dağların özgür şahini
ata tutkunum
kadına vurgunum
Emevi saraylarda islam halifeleri
kadılar
misyonerler
eteklerimden geçer
demiri döğerim
suya hükmederim
Feridunum Kawayım
eğri uçlu Kürd hançer

Bazın torunu bazım
Meyafarkin varoşlarında
Mervanlı süvariler
hünkarım ,mirim
aşiret beylerine
göçer kabilelere
fermanım götürürler

Ayaklarım
Revadiyeden çıkıp
Mısıra sultan olur
fellah çıkmazlarda haçlı akınlar
Kürd Selhaddin Eyyübum
dost bilir düşman bilir

Kudüs ezanlarında
Eyyubi süslemeler
sesimin sıcaklığı
Gilaladan gelir kawadan gelir

Ali osman
velisiyle delisiyle selam verir
alırım
Safevi şeyhleri nefes ile gelirler
gül alır gül veririm
Ali gülü sever diye

Şerafeddin yaylasında
Karacadağda
başıma buyruğum
dağa buyruğum
ceylanlarla konuşur
taylarla yarışırım
ekmeğim gül katığım bal tadıdır
ucuz pazarlıklarda
süslü kaftanlarda ihanet olur
kadirbilir akşamlarımda
Bitlisli İdris
ihanetin adıdır.

suya ve bala ve doğan kuşuna vewrgi vermedim
bunlar mor dağların emanetidir
toprağa ve ateşe hürmetim
bir dağlı saflığında
ibadet gibi
bir derviş sessizliğidedir
iki tuğlu vezirler
kethüdalar
katipler
şahbaz yanıma muhtaç
dağlı yanıma yaban
sinsi bir tüccar gibi
boş yanımı gözetir

oyun oynar gibi
düzen kurar gibi
Osmanlı ümerası ilmü fenni ilmü dini
üzerime salarlar
mor dağların bereketini
benden alır bana satarlar

Hasları beylerbeyinin
arpalıkları
aşar ve ağnam ve rüsmü çift
Celali öfkeleri doğurur
hükmü geçmez Osmanlının akşamlarıma
mührü hümayün basılı kağıtlara
hükmüm ferman olunur
aşiretlere iskan
beylere sürgün

Nazar boncuklu küheylanlarla
Fizan kadar uzak
Yemen kadar sıcak iklimleri alırım
ağıt yüklü akşamlar olur
destesini bir pula satar
diz vurur gibi
başkaldırır gibi halaylanırım

sabrı nerde sakladığım bilinmez
umudu nasıl suladığım
çoban bir yüzyıldan
konar göçer çadırlardan
beylerin yüzyılına gelirim
reayalar susar

Cariyeler
enderunlu dönmeler cümbüşünde
halayıklı saraylarda gereğim düşünülür
ben mor dağların rüzğarı
zamana ve divana uymayanım
tahrire ve mühimme defterine sığmayanım
Hamidiye alaylarındadır
acemi yanım

Mirim
atların nal gürültüsü sarayları ürpertir
çakmak çakmak kıvılcımlar düşer
talan sonu sofralara
fasıllar susar
ferman olur birazdan
kolordular alaylar
mor dağların eteği gölgelenir birazdan


yol bitti mirim
duru tayı yavaş sür dağlar paşası
Karacadağ duman
Fırat köpürmüş
yol tükendi menzil yok
yine ferman çıktı mor dağlarıma
doru tay tökezledi
söyle mirim
şimdi söyle
ihanetin türküsünü kim besteledi

kastları canımızın çekirdegine

II
Yürek bu
kavgaya ve sevdaya pazarlıksız konulur
dostlar da korlar
dostlar da gülüm
zulmun ve acının imbiğinden süzülüp
halkların şafagını dokurlar

Dağın suda yansıması kolaydır
aşiret kavgalarında
naşkent damgalı buyruklar varsa
dağ bir kaşık suda bile boğulur

Dağın dağa yansıması zor olur
dağların yoluna nöbet dururlar
militan yüreklerde
başkent damgalı ürkeklik varsa
namusu haczedilmiş halkın oğlunu
halkının haczedilmiş yanı ile vururlar

yüzüme kara çalma

Dişlerimin beyaz minesindeydi
gözbebeklerimde cam kırıklarıydı zulum
yaralarım sağaldı bir bir
üç adım voltalar eylemiyor gönlümü
dardayım
yüreğimin bam teline vuruyor
yalnızlığın

Gece
uyutmuyor devriyelerin postal sesleri
tütün basıyorum dizimin yarasına
bir o var kabuk tutmamış
bir o var kan irin mosmor
sebebim
ekmeksizliğin vuruyor beni
tutsaklığım hiç

kavğanın kaçakta ustaları sebebim
ki çalımları
ki dilleri kılıç boyunda ve ağuludur
yürekleri kof
görmesinler yüzünün solduğunu
düşme
ağlama

Biliyorum
gecende ve gündüzünde gölgedir
afyonlu şaraplarla sarhoş
alçaltılmış adamlar
biliyorum
gülüşüne hüzün karışık
suskunluğuna zehir
tez dönmüşsün açmadan solan güle
kırmışlar bakışının hızını
benim bakışımı al gülüm
umudun karartılmış yönlerini bütünle

Ağrımın kaynak başı sendedir gülüm
ezincim sensin
ben tırnakları alınmış şahan
sen sevdası susturulmuş kumru
biliyorum
beklemek zor mahpushane kapılarında
ama yılgınlık ilinirse akşamlarına
ilinirse alnına
al beni sebebim
umudun aksayan yerlerine yamala

Bir ceylana türkü

Ellerimi tut
indir beni dağlardan
soluğun bir alev cehennemdir
gerğefinde bir avcının okları
genzimi yakıyorsun
aklımı aldın
seni tay duruşlu
ahu bakışlı solgun karanfil
hangi bahardan kaldın

saçlarımı okşa
çıkar beni dağlara
söndür korkunun canışığını
gözümü alıyorsun
seni leyla yüzlü
Aslı soluklu
hızlan biraz geride kalıyorsun

yüreğimi al
savur gitsin dağlara
topla getir dağlardan
Göremeden çıktık zemheri boran
dudağımdan öpüyorsun
sürek avında değilim ceylan
çekme ovalara beni
bitiriyorsun

Bebeğin beşiği kan

ilk yumruklarını sıkmasını bellet kızıma
zulmu ve gözyaşını saklama ondan
bakarsın
bileğimize mühürlü zincir
ayağımıza demir bukagı
dilimize korku oturur

iklimlerin tümü bogazboyu kar
sofralarda anaların gözyaşı
mahpushanelerde yar
kızımın göğsünde büyüsün sancı çiçeği
bakarsın soluksuzluğumuza karanfil olur

Her akşam bir kurşundur mahpusa
her sabah kan çanagı
ne kırağı düşer ellerimize
ne bir dal yeşil
gecenin tırnakları uzasa hançer
uzamasa kör bıçak
böğrümüzün boş yanını sızlatır
yumruklarını sıkmasını bellet kızıma
bu kıyım harmanında bakarsın
zulum
kurşunların çoğaltır

DİYARBEKİR MAPUSHANESİNDEN NOTLAR

I
Hayatı sinsi bir yılan gibi
sürünerek götüremeyiz
sararan ayvaya
kızaran nara karşı
yüreğimizi zincirletemeyiz
ancak ellerimize zincir vuralar

II
Bir kızın örüklerinde kırılan sızı
yarin dudağında gevşeyen öfke
ve kuytularda daralan umut
bizim değildir
biz ki anaları ağlatmanın sırrına erdik
ve yol gözlemesini bellettik yavuklulara
ve kırıldıkça bütünlenen
ve törpülendikçe bilenen
direncin daldasında suladık fideleri

hergün yeni bir cana türkü dizemeyiz biz
hergün dalıp dalıp gidemeyiz
kahrın ve sevdanın eriten ateşine
çünkü kan ile
zindan ile büyümüş
acılardan süzülmüş
anlının şavkında güneş ışıyan
yeni bir hayata yeminliyiz

yeminimiz
çocuklara kirsiz ve sancısız bir yarın yaşatmaktır
alnında ve avucunda ter
beyin büklümlerinde çoğalan deger
bir de eklem yerlerinde aşk yorğunluğu
bir de kas tellerinde sevda sızısı
bayrağı barış olan
bayragı sevda olan
insana yeminliyiz.

III
Şarkılarımız gür ve geniş bir soluk ister
yenilgiyi dişleri kenetli karşılamalı
ihaneti de
saçlarından satır satır mısra çektiğin
boynundaki kara benden öptüğün
yar
seni bırakıp giderse gider
gidenden olmamalı
yanan cığarada
ve atılan voltada ezilen keder

Bırak erken vursun arkadan vuran bıçak
bırak erken kanasın
kısrak sevdanın kancık tekmesi
ki sağalması tez olur
yarın çoğalan öfkeyle
ve kızaran gülle
dostu düşmanı ayırmak zordur

Bir de yemini düşürüp kırmamak gerek
bahar balyozunda
gül kırımında bile
nede olsa sevmenin baharındayız
ama kızların baldırlarında
ve kasıklarında yorulamayız

IV
Sancıyan dişi koparmak zorundayız
körelen tırnağı da
çocukların yargısı kesindir çünkü
bugün dünü nasıl yargılamışsa
ve yarın bugünü nasıl yargılayacaksa
ezel ve ebed yasa bizim içinde vardır
çocukların yargısı
kesin ve yanılmazdır

siyasal Dörtlükler

1
emperyalizm
bir köy güzelinin gözlerine oturmamışsa
diken olup ayagına batmıştır
ama ekmeği aguya
sevmeyi korkuya çeviren zülüm
onun iliklerinin orta yerine
tüfek çatmıştır.

II
Zinciri eskiten bilek güzeldir
zincirse çirkin
namlunun yatağına karanfil sürseler bile
biz kendimizi öldürecegiz ilkin

III
Zincir örüp kolumuzu bağlayın
kurşun döküp bağrımızı dağlayın
öfkemiz sınanmış ağudur bizim
biri nakış nakış şafağı dokur
biri ölümü büyütür gözlerimizin

VI
Yüreğimin ortasında dinamit
büyü kulun olayım
halkların cografyası dolambaçlıdır
kahpe kasığında tükenir yiğit

Napalm çocukları

Kalanın düzünde havar
bir kelep inci
yaşları üç ile beş arasında
suya atsan su utanır boğmaga
ateş versen ateş kıymaz yapkmağa
napalm çocukları

kalanın düzünde çelikkanat turnalar
kanadınız ölüme mi bulandı
biz kırıldık
biz öldük te
hangi dağda menekşeler çogaldı

kalanın düzünde havar
bir dizi kendir
ben mi bilmem hal eyleyem halimi
elmi bilmez
zülüm nedir
kan nedir
nedir gonca kırımı

Anamın dilini dağladılar

Anamın dilini dağladılar

bir başka türküyü söylemek agır geliyor

kestim bıyıklarımı


yere düşüp dağılmıştı gözlerim

tutup kaldırdım

anama sus dediler

anam sustu

ben bağırdım


kuşları vurmuşlardı

gülleri yolmuşlardı

alıp sağalttım

onlar zincir çogalttılar

ben bileklerime oyuncak yaptım


anamın dilini dağladılar

kemend atıp yolumu bağladılar

bu ağrıya yiğit dayanır ancak

böyle onursuzluk ağır geliyor

kestim bıyıklarımı ya

uzayacak