APÊ MUSA

şirêmın rıjand
daramın şıkand
têr nediyo
xêr nediyo\zalımo


Bêr bı êwarê
tu jı ku we tê
dest û nıq cemidiye
dil û can di êşe
bina reyhan jı ku tê
keko tu jı ku we tê


dengê te wek qirine
ma tu Musayi
por spiyêmin
pir şirinêmın
asayê te kê dizî


Hiv tariye
şew qir û qetran
hêla Zivingê bâ yê gerbi tê
çiyanra agir pêket
por spiyemin
ser xatırê te
mirin fedikar derket

tê go ezim Musa
sêr çiyayê Turım
bê welatım
bê halim
ez agirim
agir ezim
ezê zerdeştê kalım

SEYYİT RIZA

Şev tarî
berf û bahoz
şili û baran
ser çiyayê Munzur bu
Alişêrê sımbelreş rabu
Zerifamın
rebenê
bermal yamın de rabe
kıldanê deyne
aynıkê berde
halê me ne tu hale

Dîl işev xemginê
Zerifamın
erd û ezman dı heze
dıjmin wek gurê har
gülle dıbarine
gırê Tujik di şewite
birinamın kure
Zerifamın
roj paş çiyayê Munzure
dure

Wext bu
Alişêrê sımbelreş rabu
go zanayêmin
ranayê mın bangine
seydayê min
Rızayê min derwa bangine
Enqere hopan disa lime
feqek mezin danine

Seyyid Rıza mê
Kürd û zaza mê
ez bazım kûrrê bazım
ne tol û tazım
bırusk ber min dırewe
çirusk xwe wedişêre
çarxa feleqê bişkê
geh jore
geh li jêre


Şêr qey şêre Alişêrêmın
ne nêre ne ji mêre
berxê nêr bona kêre
Memo şêre
Şemo şêre
lê çıbkım Rêber nêre

Ez seyyid Rızo me
geh hewalê ba me
geh weki çiyame
Ez seyyid Rıza me
bona mehşerê za me

Tarihe bir not- İsmail Beşikçi Hocanın yazısı üzerine

İsmail Beşikçi bu ülkenin bilim dünyasına sunduğu onurlu ve namuslu ender bilim adamlarından birisidir.Bizler 1968-69-70 li yıllarda DDKO [ Devrimci dogu kültür ocakları] larda birer kürd genci olarak genç ve eksik bilinç düzeyimizle ve elyordamıyla sorumluluğumuzun geregini yerine geitrmeye çalışırken sakin duruşu,araştırmaya dayalı enğin bilğisi ile üzerimizde derin izler,ufkumuzun gelişip açılmasında ve metodik düşünmemizde büyük etkileri olmuştur.Bizim mücadelemizde İsmail beşikçinin hem bir bilim adamı hem de militan bir yürek olarak yeri tartışılmaz.
BİR adlı inceleme ve araştırma derğisinin 5. sayısında İsmail hocanın hapishanedeki DDKO adlı yazısında şahsımla ilğili bölüm yeniden geçmişi yaşamama ve anıları tazelememe neden oldu.
İsmail hoca "sevk için beni idareye götürürlerken sabri çepik in hücre kapısı açıldı.Sabri dışarı çıktı spor olsun diye ip atlıyordu kırmızı eşofmanı vardı.Sabri o zaman ince uzun filinta gibi bir çocuktu.hücrelerin bulunduğu alan kapısından çıkarken beni uğurlamaya gelmedi.Halbuki beni sadece Sabri uğurlayabilirdi" demiş,ancak bunu sitem etmek için değil Kemal Burkayın kendisine bu nedenle sitem ve eleştirilerde bulunduğunu belirterek " ama beni uğurlamadı diye Sabriye sitem etmek hiç aklımdan geçmedi " demiştir.Çok sevdiğim ve saydığım İsmail Beşikçiye yakışan ince bir uslup ,dediğim gibi bu yazı üzerine o günleri yeniden yaşadım ve kendikendime sordum.
Ben çok sevip saydığım bu miniminacı dev e gerçekten böyle bir saygısızlık yapmışmıydım.
Yada hapishane değil de hücre ortamında bir anlık gaflet ya da unutkanlıkla onu uğurlamayı unutmuşmuydum.
Belleğimin hiçbir yerinde böyle birşey yoktu.Ancak 36 yıl sonra bu kadar şeyden sonra 36 yıl öncesini unutmak ,hatırlamamak mümkündü.Bunu İsmail hocayla ve hücre arkadaşlarımla paylaşmak sorgulamak istedim.Hatırladığım şuydu. 2 mart gecesi şafakla birlikte 40 tutuklu arkadaş hücrelere kapatılmıştık.Işıgın olmadıgı gözün gözü zor farkkettiği enfazla 2 metrekare büyüklüğünde hücrelerdi ve her hücrede enaz iki yada 3 kişi vardı.Girişe göre sağda 2. hücrede ben ve Mümtaz Kotan vardık.bitişik 3. hücreyi ise İbrahim Güçlü ve İhsan Yavuztürk paylaşıyorlardı.Rahmetli Mehmet Tüysüz ile Zerruk vakıfahmetoglu ise İbrahimlerin bitişigindeki hücredeydiler.İsmail hoca,M.Emin Bozarslan,Cemil Fazlı,Hikmet bozçalı ve bir kısım arkadaş ta karşı sıradaki hücrelerdeydiler.40 günü aşkın olan hücre mecaramız güneşli bir nisan sabahı bitti ve tüm arkadaşlar gecici bir süre için geçici körlük yaşadık.
Ancak dediğim gibi üzerinden 36 yıl gibi uzunca bir süre geçmişti ve ben yanılabilirdim.Bu nedenle İsmail hoca ,İbrahim güçlü,Hikmet bozçalı gibi ulaşabildiğim arkadaşlarla bu konuyu yeniden tartıştık.
İbrahim güçlü İsmail hocanın hücreden değilde biz cezaevine geçtikten sonra Halil Çiftçiyle birlikte Sıkıyönetim askeri cezaevinden Diyarbakır cezevine nakledildiğini,hücre de bulunduğumuz sürede hücrede atlamak için ip bulunmadıgını,hücre de bulunduğumuz dönemlerin sonlarına dogru değil ip atlamak sadece 10 dk. volta atmak için çıkarıldığımızı belirtti.
Hikmet bozçalı da hücre oldugumuz dönemde değil spor yapmak yada atlamak için şalvar bağlamak için bile ip olmadığını söyledi.
Bir iş nedeniyle Ankaraya ugramıştım Yüksel caddesine yakın Çarçıra kitapevine ugradım.İsmail hocanın sıksık buraya ugradıgını biliyordum.İsmail hoca ile çarçırada bu yazısını konuştuk bana uzun yıllar geçtiğini karıştırmasının mümkün oldugunu söyledi.Ben de İsmail beşikçi gibi yüreğimde taht kurmuş bu mücadele adamına o tarihlerde gençte olsam,hücrede de bulunsam böyle bir unutkanlık ve saygısızlık ithamından kurtuldum.

Çağrı

Özümleme
bir cins kuş cıvıltısını
yeryüzünden silmedir
yani öldürmedir
ozansanız
komayın
öldürmesinler

Bir gülü aşağılama
bir yeşili karartmadır özümleme
ya da bir rengi resimlerden çıkarma
bir rengi tüketmedir
ressamsanız
komayın tüketmesinler

Deyelim bir çocuğu alıyorlar
dilini dikene çeviriyorlar
agzında eğiliyor sözcükler
kırıyorlar gözlerini
kırıyorlar
yalpalıyor karanlıklarda

Özümleme
bir türküyü söyletmemedir
gerçeği saklamadır
yarını öldürmedir
ozansanız
insansanız
komayın.

1973\diyarbakır

Günce

ı
Çok zamandır demli bir çay içmedim
bana sıcak bir şey söyleyin
şimdi dağlar bir fırtına
bir boran
ben 8-14 nöbetindeyim

ıı
Rüzgar dursa şimdi
kar yağmasa
üşümesem böyle
mavzere dayayıp omuzlarımı
bir ciğara yakacaktım
çantamda kuru peksimet
yanımda olsan payalaşacaktım

ııı
Bugün zemheride bir cehennem var
pusuda kurtlar sürüsü
dağlarda çığ kıyamet
namlular çağlık çığlık
ölüm kokuyor
ben böyle bir şey görmemiştim
aklı yavuklusunda bir kuş geçti yanımdan
mermiyi namluya indirmemiştim

ıv
O ne çok yasaktı öyle
bir türküyü söylememek
bir yeşili ellememek
üstüme geldi yasaklar
karşımda durdu
evi yıkıla
bu dağları o yasaklar doğurdu

Çocuklar için

Bir yarı gece
börtü-böcek uyurken
alan alan bildiriler dağıtmış
ve yorulmuş bedenimi uzatmadan
al-nakış bir kilime
beni almaya geldiler
ya da ben gittim üzerlerine

duvardan söktüler
kurşunlanmış arkadaş resimlerini
duman rengiydi gökyüzü
bir yel yaladı saçlarımı
hatırlıyorum
bir kamçı kesti yüzümü sonra
sonra tükürdüm
ufak bir et parçası kanla karışık
alevle kuşatılmış bir akrep gibi
onurluydu yüreğim
intiharın sınırına itiyorlarıdı beni
oysa koltukaltında kitapların
bir kırmızı karanfil kokusunda
bir kumru kadar aşk dolu
omuzbaşımda duydukça seni
dönüp yüreğime burgulanıyordu yaşamak

Bir mektup aldım dün
anamın gözyaşını tanıdım
katı ve öfkeliydi
emeği ve sevdayı aşşağılayan çakallar sürüsüne
nazarla büyüttüğü oğlunu göndermekten
onurluydu üstelik
üşütme diyordu
taklacı kuş gibidir zemheri
ne zaman döneceği kestirilemez
üzülme diyordu
biz iyiyiz
iyidir kardeşlerin
düşünme diyordu
yüreğin daralmasın
yüzüne yansımasın elemin
kül düşmanın başına
gül sevdiğinin

Sen şimdi hüznü arıtıyorsun
kınalı gülüm
görüşmede yüzün gülüyor
ayrılınca kuşkusuz ağlıyorsun
sevdanın kudurgan baharında
sen benden uzakta
ben duvarlar ardında
bükülmüş gençliğimden
dağlanmış bedenimden
damıtacağım hayat
kirsiz başlasın diye çocuklar için
fırtınalı bir sancıyla kıvranıyorum
ve kararmasın diye çocukların bakışındaki
coşkun aydınlık
dayanıyorum

Diyarbakır 1972

Bildiriler

1
Zulum yaşmağımda iri bir düğüm
umut al bir nakıştır
ihanetin ve kıyametin
bilmezliğin ve bilmenin çılgın sevdası
her seher filizleri sünğülenen bir gelin
her seher gözlerinin birinde sevda
birinde ölüm
oğullar yetiririm

II
Bu Dersim yaylası bir deli yayla
bu Harran düzü bir vurgun gazal
başağının sarısında Asur güneşi
dilsizliğinde Keldani sabır
tutmuş bir yanını yaşamın
şafağa doğru
karakatran sevdasını damıtır

III
Köebaşlarında devedikenleri yeşerir
zulmun ve tanrıların sarsıntısıyla
büyür kamçılar
yüreğimizin en güzel köşesine günah oturur
sağına korku soluna sabır
korkunun ve günahın çemberinde
elimiz
alınterimiz
birer öksüz çocuktur

IV
Duman tutmuş yaylaların başını
karanlığa uyumsuz bütün çiçekler kırık
tanrılar ölü küller serpmekte gözlerimize
göğün mavisine karşı
kitaplarda karanfil cesetleri
yarpuzun yaprağı baldıran acı
ekmeğimiz zincir
boynumuz zincir
ve ölüm
ölüm naçar düşmüş karanfil bedenidir

V
bu alınteri yaşamın alfabesidir dilo
ölümse vişne çürüğü mintandır çeyizlik sandıklarda
büyürsen
oyuncaksız
uçurtmasız büyüyeceksin
çocukluğu yaşamanın zamanı değil
can pazarında

Hınç zulme karşı bilenirse kutsaldır Dilo
sana uçurtmalar alamam
kurşunlar alırım
birine bir soluk
birine yıkım
birinin elinde özgürlük için
birinde zulum

VI
ne çok hesap var onlardan sorulacak
ödeyecekleri ne çok hesap var Dilo
alınterimizden
zincirler
kamçılar yapıp
gözlerimizi
ellerimizi kırdıktan sonra
ödeyecekleri ne çok hesap var dilo
Diyarbakır 1972

Sevdim seni

Sevdim seni
bahar kıvrak bir kısraktı
uzattım ellerimi eline
yüreğime inadının dikeni battı

seni senden alıp götürdüm
zindan karasına yürek eyledim
zincirin pasına çiçek eyledim
ben seni yüklendim seneler boyu
sen bir sevdayı yüklenemedin

sevdim seni
gül dalında kan kesiyordu
ben seni mayıslarla bir tuttum
senin soluğun zemheri esiyordu

Pexil

Jı bo te
çek u çiyanre dexilim
can dıdım
dil dıdım
te nadım pır pexilim

Xezal

Hurik hurik dı meşe
por dı weşe
sıng dı heze xwin dıbe
Wey gula çiyaye Sıpan
beje nave te çiye

Kıl mekşine ber çawan
kezi ber mede sıngan
wey xezala ber malan
beje derman lı kuye

kaçış

Aldırmaz bir bağbancıya düşmüşüm
beni gözleri vurdu
kaynağından süzen kan
imbikten süzülen aşk
sürse yalnızlık
sürmese mahşer olurdu

Gözleri vurdu beni
kanlımdır
arıyorum
dağdan kopan çığ
yardan akan su gibi
beynimde bir ceylanın ayak izleri
dolanıyorum

Gözleri kömür,saçları safran
soylu bir duruşu
duru bir gülüşü kaçırdı benden
hey bulanık sulardaki can
dolandığım dağa gel
soluğum tükenmeden

Güzelleme

Yağmur dindi
Nuh ilk tufanı çizdi granit bir kayaya
bir kovukta seviştiler
adları yoktu
Diclede yıkandılar
Babilin asma bahçelerinden üzüm
Asur un kutsal fahişesinden bir gün çaldılar

Nuh ilk tufanı çizdi
Cudi de granit bir kayaya
Karacadağdan bazalt
Erganiden madeni getirip
Tel Halaf ta toprağı pişirdiler
Belki Hurriliydiler
belki Karduklu
bezirgan mevsimlerde
deri götürüp kalay getirdiler
Şengalden Mari ye değin
ateşi kutsal bilip
önünde eğildiler

Harran dan Cüllap a
Balih ten Zap a
bir dağlı güzelliğindedir akşamlar
çoban bir yüzyılda
çocuk doğurur
koyun sağar
yün eğirir kadınlar

Kenan ilinden İbrahim gelir
sürüleriyle
yeşil otlaklara ak düzlüklere
armağan gönderir
haraç verir
dağların hakkı diye

Bereketli bir hilaldi toprağım
tanrı Sin in tanıklığından gelen
Roma nın beyleri
bedevileri Arabistanın
akıp geldiler
konup göçtüler
toprağın bereketini
ve ateşin hükmünü
bende gördüler

Ben dağların özgür şahini
ata tutkunum
kadına vurgunum
Emevi saraylarda islam halifeleri
kadılar
misyonerler
eteklerimden geçer
demiri döğerim
suya hükmederim
Feridunum Kawayım
eğri uçlu Kürd hançer

Bazın torunu bazım
Meyafarkin varoşlarında
Mervanlı süvariler
hünkarım ,mirim
aşiret beylerine
göçer kabilelere
fermanım götürürler

Ayaklarım
Revadiyeden çıkıp
Mısıra sultan olur
fellah çıkmazlarda haçlı akınlar
Kürd Selhaddin Eyyübum
dost bilir düşman bilir

Kudüs ezanlarında
Eyyubi süslemeler
sesimin sıcaklığı
Gilaladan gelir kawadan gelir

Ali osman
velisiyle delisiyle selam verir
alırım
Safevi şeyhleri nefes ile gelirler
gül alır gül veririm
Ali gülü sever diye

Şerafeddin yaylasında
Karacadağda
başıma buyruğum
dağa buyruğum
ceylanlarla konuşur
taylarla yarışırım
ekmeğim gül katığım bal tadıdır
ucuz pazarlıklarda
süslü kaftanlarda ihanet olur
kadirbilir akşamlarımda
Bitlisli İdris
ihanetin adıdır.

suya ve bala ve doğan kuşuna vewrgi vermedim
bunlar mor dağların emanetidir
toprağa ve ateşe hürmetim
bir dağlı saflığında
ibadet gibi
bir derviş sessizliğidedir
iki tuğlu vezirler
kethüdalar
katipler
şahbaz yanıma muhtaç
dağlı yanıma yaban
sinsi bir tüccar gibi
boş yanımı gözetir

oyun oynar gibi
düzen kurar gibi
Osmanlı ümerası ilmü fenni ilmü dini
üzerime salarlar
mor dağların bereketini
benden alır bana satarlar

Hasları beylerbeyinin
arpalıkları
aşar ve ağnam ve rüsmü çift
Celali öfkeleri doğurur
hükmü geçmez Osmanlının akşamlarıma
mührü hümayün basılı kağıtlara
hükmüm ferman olunur
aşiretlere iskan
beylere sürgün

Nazar boncuklu küheylanlarla
Fizan kadar uzak
Yemen kadar sıcak iklimleri alırım
ağıt yüklü akşamlar olur
destesini bir pula satar
diz vurur gibi
başkaldırır gibi halaylanırım

sabrı nerde sakladığım bilinmez
umudu nasıl suladığım
çoban bir yüzyıldan
konar göçer çadırlardan
beylerin yüzyılına gelirim
reayalar susar

Cariyeler
enderunlu dönmeler cümbüşünde
halayıklı saraylarda gereğim düşünülür
ben mor dağların rüzğarı
zamana ve divana uymayanım
tahrire ve mühimme defterine sığmayanım
Hamidiye alaylarındadır
acemi yanım

Mirim
atların nal gürültüsü sarayları ürpertir
çakmak çakmak kıvılcımlar düşer
talan sonu sofralara
fasıllar susar
ferman olur birazdan
kolordular alaylar
mor dağların eteği gölgelenir birazdan


yol bitti mirim
duru tayı yavaş sür dağlar paşası
Karacadağ duman
Fırat köpürmüş
yol tükendi menzil yok
yine ferman çıktı mor dağlarıma
doru tay tökezledi
söyle mirim
şimdi söyle
ihanetin türküsünü kim besteledi

kastları canımızın çekirdegine

II
Yürek bu
kavgaya ve sevdaya pazarlıksız konulur
dostlar da korlar
dostlar da gülüm
zulmun ve acının imbiğinden süzülüp
halkların şafagını dokurlar

Dağın suda yansıması kolaydır
aşiret kavgalarında
naşkent damgalı buyruklar varsa
dağ bir kaşık suda bile boğulur

Dağın dağa yansıması zor olur
dağların yoluna nöbet dururlar
militan yüreklerde
başkent damgalı ürkeklik varsa
namusu haczedilmiş halkın oğlunu
halkının haczedilmiş yanı ile vururlar

yüzüme kara çalma

Dişlerimin beyaz minesindeydi
gözbebeklerimde cam kırıklarıydı zulum
yaralarım sağaldı bir bir
üç adım voltalar eylemiyor gönlümü
dardayım
yüreğimin bam teline vuruyor
yalnızlığın

Gece
uyutmuyor devriyelerin postal sesleri
tütün basıyorum dizimin yarasına
bir o var kabuk tutmamış
bir o var kan irin mosmor
sebebim
ekmeksizliğin vuruyor beni
tutsaklığım hiç

kavğanın kaçakta ustaları sebebim
ki çalımları
ki dilleri kılıç boyunda ve ağuludur
yürekleri kof
görmesinler yüzünün solduğunu
düşme
ağlama

Biliyorum
gecende ve gündüzünde gölgedir
afyonlu şaraplarla sarhoş
alçaltılmış adamlar
biliyorum
gülüşüne hüzün karışık
suskunluğuna zehir
tez dönmüşsün açmadan solan güle
kırmışlar bakışının hızını
benim bakışımı al gülüm
umudun karartılmış yönlerini bütünle

Ağrımın kaynak başı sendedir gülüm
ezincim sensin
ben tırnakları alınmış şahan
sen sevdası susturulmuş kumru
biliyorum
beklemek zor mahpushane kapılarında
ama yılgınlık ilinirse akşamlarına
ilinirse alnına
al beni sebebim
umudun aksayan yerlerine yamala

Bir ceylana türkü

Ellerimi tut
indir beni dağlardan
soluğun bir alev cehennemdir
gerğefinde bir avcının okları
genzimi yakıyorsun
aklımı aldın
seni tay duruşlu
ahu bakışlı solgun karanfil
hangi bahardan kaldın

saçlarımı okşa
çıkar beni dağlara
söndür korkunun canışığını
gözümü alıyorsun
seni leyla yüzlü
Aslı soluklu
hızlan biraz geride kalıyorsun

yüreğimi al
savur gitsin dağlara
topla getir dağlardan
Göremeden çıktık zemheri boran
dudağımdan öpüyorsun
sürek avında değilim ceylan
çekme ovalara beni
bitiriyorsun

Bebeğin beşiği kan

ilk yumruklarını sıkmasını bellet kızıma
zulmu ve gözyaşını saklama ondan
bakarsın
bileğimize mühürlü zincir
ayağımıza demir bukagı
dilimize korku oturur

iklimlerin tümü bogazboyu kar
sofralarda anaların gözyaşı
mahpushanelerde yar
kızımın göğsünde büyüsün sancı çiçeği
bakarsın soluksuzluğumuza karanfil olur

Her akşam bir kurşundur mahpusa
her sabah kan çanagı
ne kırağı düşer ellerimize
ne bir dal yeşil
gecenin tırnakları uzasa hançer
uzamasa kör bıçak
böğrümüzün boş yanını sızlatır
yumruklarını sıkmasını bellet kızıma
bu kıyım harmanında bakarsın
zulum
kurşunların çoğaltır

DİYARBEKİR MAPUSHANESİNDEN NOTLAR

I
Hayatı sinsi bir yılan gibi
sürünerek götüremeyiz
sararan ayvaya
kızaran nara karşı
yüreğimizi zincirletemeyiz
ancak ellerimize zincir vuralar

II
Bir kızın örüklerinde kırılan sızı
yarin dudağında gevşeyen öfke
ve kuytularda daralan umut
bizim değildir
biz ki anaları ağlatmanın sırrına erdik
ve yol gözlemesini bellettik yavuklulara
ve kırıldıkça bütünlenen
ve törpülendikçe bilenen
direncin daldasında suladık fideleri

hergün yeni bir cana türkü dizemeyiz biz
hergün dalıp dalıp gidemeyiz
kahrın ve sevdanın eriten ateşine
çünkü kan ile
zindan ile büyümüş
acılardan süzülmüş
anlının şavkında güneş ışıyan
yeni bir hayata yeminliyiz

yeminimiz
çocuklara kirsiz ve sancısız bir yarın yaşatmaktır
alnında ve avucunda ter
beyin büklümlerinde çoğalan deger
bir de eklem yerlerinde aşk yorğunluğu
bir de kas tellerinde sevda sızısı
bayrağı barış olan
bayragı sevda olan
insana yeminliyiz.

III
Şarkılarımız gür ve geniş bir soluk ister
yenilgiyi dişleri kenetli karşılamalı
ihaneti de
saçlarından satır satır mısra çektiğin
boynundaki kara benden öptüğün
yar
seni bırakıp giderse gider
gidenden olmamalı
yanan cığarada
ve atılan voltada ezilen keder

Bırak erken vursun arkadan vuran bıçak
bırak erken kanasın
kısrak sevdanın kancık tekmesi
ki sağalması tez olur
yarın çoğalan öfkeyle
ve kızaran gülle
dostu düşmanı ayırmak zordur

Bir de yemini düşürüp kırmamak gerek
bahar balyozunda
gül kırımında bile
nede olsa sevmenin baharındayız
ama kızların baldırlarında
ve kasıklarında yorulamayız

IV
Sancıyan dişi koparmak zorundayız
körelen tırnağı da
çocukların yargısı kesindir çünkü
bugün dünü nasıl yargılamışsa
ve yarın bugünü nasıl yargılayacaksa
ezel ve ebed yasa bizim içinde vardır
çocukların yargısı
kesin ve yanılmazdır

siyasal Dörtlükler

1
emperyalizm
bir köy güzelinin gözlerine oturmamışsa
diken olup ayagına batmıştır
ama ekmeği aguya
sevmeyi korkuya çeviren zülüm
onun iliklerinin orta yerine
tüfek çatmıştır.

II
Zinciri eskiten bilek güzeldir
zincirse çirkin
namlunun yatağına karanfil sürseler bile
biz kendimizi öldürecegiz ilkin

III
Zincir örüp kolumuzu bağlayın
kurşun döküp bağrımızı dağlayın
öfkemiz sınanmış ağudur bizim
biri nakış nakış şafağı dokur
biri ölümü büyütür gözlerimizin

VI
Yüreğimin ortasında dinamit
büyü kulun olayım
halkların cografyası dolambaçlıdır
kahpe kasığında tükenir yiğit

Napalm çocukları

Kalanın düzünde havar
bir kelep inci
yaşları üç ile beş arasında
suya atsan su utanır boğmaga
ateş versen ateş kıymaz yapkmağa
napalm çocukları

kalanın düzünde çelikkanat turnalar
kanadınız ölüme mi bulandı
biz kırıldık
biz öldük te
hangi dağda menekşeler çogaldı

kalanın düzünde havar
bir dizi kendir
ben mi bilmem hal eyleyem halimi
elmi bilmez
zülüm nedir
kan nedir
nedir gonca kırımı

Anamın dilini dağladılar

Anamın dilini dağladılar

bir başka türküyü söylemek agır geliyor

kestim bıyıklarımı


yere düşüp dağılmıştı gözlerim

tutup kaldırdım

anama sus dediler

anam sustu

ben bağırdım


kuşları vurmuşlardı

gülleri yolmuşlardı

alıp sağalttım

onlar zincir çogalttılar

ben bileklerime oyuncak yaptım


anamın dilini dağladılar

kemend atıp yolumu bağladılar

bu ağrıya yiğit dayanır ancak

böyle onursuzluk ağır geliyor

kestim bıyıklarımı ya

uzayacak

kefilim

izmirin imbatı

bir belge gibi belirğinleştin
önce gözlerin
sonra sözlerin
sonra sen geldin
saçların kızıl gözlerin kahve
bana sesinin tınısını ver
gülüşünün sırrını söyle
mavi derinliklerde

sen egenin imbatı
karşıyakanın gülü
ben ateşi ve aşkı tanırım
gülüşün bir kuğunun koynunda
saçların rüzgarla asi
şafakla serin
deniz kokuyor tenin
belğinmiydi neydi adın
fındık burunlu kadın

hep öyle kal
gülümse
indirme gözlerini
yıkılırım kalırım
sana deyeceklerim var
deyemem
utanırım.

sen hangi çamurdansın

gözlerinin mengenesindeyim
sözlerinin
yüreğim
suskun bir toprak gibi çatlamıyorsa
slikon gögüslü bir kadın arsızlığıdır
çünkü kadın
toprağın en susuz mahsuludür

çarptığım her kayadan
çok şey ögrendim
soulk borumdaki menğene
taş olsan ögütürdüm
toprak olsan işlerdim
sen hangi çamurdansın

ben ipeğe ve çeliğe dokundum
suda arındım
ateşte yandım
beni gazap çıkmaz sokakta tuttu
renksiz
kokusuz
saydam
istesem de kaçamam

yollar

ortalık güz,gök duru,vakit ikindi

yol dediğin
bükümünde yar olmalı
eteğinde kar olmalı
başında duman olmalı
ben bu yolu süremem

saçlarına boyadığım köyler geçmeli
perçemin gibi şuh
bakışın gibi duru
dudagından akan pınardan içmeliyim
soluklanmalı
ak döşünün ovalarında at koşturmalı
memelerin gibi dik
dağlara çıkmalıyım

döşünün dar patikasında
gözlüğümü yitirdim
nalımın mıhı eksik
gözkapaklarım agır
darmadağınım
göbeginin koyagına sıgınıp
aglamalıyım

bir bileşkedir yollar
yönüm şaşırdı
geldi bacaklarının dar açısında durdu
dayanmalıyım
İbrahimsem Kenan çölüne
Nemrutsam Ankar tepesine
iz koymalıyım
terim düşmeli tenine
yorgun ve bitik
soluk soluğa
kasığınla topugun arasına
uzanmalıyım

yoruldum

saat kaç
kaçı zamanın umurunda
hiçle hepin ortasındayım
eskimiş bir yüzde
yagmura seslen beni yıkasın

kim ne arar
ateşin közün ve çeliğin potasında
aşkın önüne bir nokta koydum
gölğemi taşımaktan
çok haklı çıkmalardan
sığ sularda boğulmaktan yoruldum

ranzalar yordu beni
kadınlar yordu
beyazı seçtim sarı kızardı
sarıyı seçtim beyaz kirlendi
soluksuzum
yorğunum
beni uyut
yeni ayaklanmış bir bebek gibi
düşerim
ellerimi tut
Aşkın yarasındayız


bırak ellerim teninin kadifesinde kalsın
bırak gözlerindeki kor bedenimi yandırsın
narın kırmızısında
sevdanın karasındayız
sesini koynumda gecelere götürdügüm can
biz taşıdıgımız aşkın yarasındayız

sesini sesime ekle
terini tenime sür
açmazların ortasındayız
aşkın günah burcunda
zemheri ayında kin fırtınasındayız

ömrümü ömrüne ekleyip bölsem
sana yazıktır
zaidi hazan
nakısı deprem
ömrünü ömrüme ekleyip bölme
biz hüzün boylamındayız

öptüm seni dudaklarından
lal bir şarap tadındaydın sen
şiir yazamam
soluk alamam
yıkılırım gidersen

kal desem sana yazık
gidersen üstüme dag devrilir
ben nasıl kalkacagım
gidersen
hangi limana sığınacagım
Aşk

Aşk bir yanılmadır
deryada tuz
çölde kum
aynı şeyi yineler

aşk bir özümsemedir
bulutun ateşe
ateşin suya
suyun topraga dönüşümüdür
agunun ve balın
sesin ve çığlıgın izdüşümüdür
aynı eksende döner

aşk bir gülümsemedir
dudaktan göze
gözden bedene siner
sesin tınısı
tenin kokusu
adamı deli eder
Abdal

Meğer el Bağdat-Basra yollarında
mihricana gidermiş
biz gerdege girer gibi girdik zindana
akasyalar çiçegini dökmüştü
murad almamış kızların solgun yüzüne düşmüştü hazan
halkların canevine

ne balı acı eyledik
ne acıyı bal eyledik
aç çocukların gözlerine vurgun yanımız
acıysa acı dedi
zindansa zindan
ya biz tükenecegiz
yada halkların canevindeki hazan

Bagdat basra yollarında bir abdal canım
yürüyor bademler çiçeklenirken
bir eğri duruşu bir kirli vuruşu çoğaltacak
sosyalizmin eğik bayraklı neferleri
bombaları ve jetleriyle
bir halkı tüketirken
o avuçlarına kına yakacak
İNADIN BEYNİME HANÇER

Bir dal yeşildim
yalnızlığına düştüm
anamın uykusuz gecelerine yazık
sararıyorum
ellerimi tut zalım

hukuk bahçesine akşam oturur
kanar sevdamın çocuk elleri
ne bu inat zalım uyy

bozum kıyım çağı degil
sevdanın dal-ogul delişmen çağı
arılar bala durmuş
kadınların en çirkini
patlamış gonca
ne bu zülüm zalım uy
inadın beynimde ağulu hançer